Monday 1 September 2008

Uykusuz günler

İçimi boğan,izmaritlerin kültablasından taşmasına neden olan ve beynimi düşünceler mengenesinde her an daha fazla sıkıştıran bu iğrenç şey de nedir? Hey size söylüyorum duvarlardaki gölgeler! biliyorum hepiniz cansızsınız, sadece etraftaki eşyaların kalıntılarısınız.Beni korkutamazsınız! diye bağırdı çocuk

Günlerdir doğru dürüst uyku yüzü görmemişti çocuk ve işin daha vahim tarafı uykusuzluğunun sebebini bilmiyordu.İçinde onu yoran ve bunaltan bir his vardı ama daha ne olduğunu anlayamıyordu.Bütün bu uykusuzluğu sigara ve çayla desteklerken anlamlı,anlamsız her durum için plan yapıyordu.Kah piyango çıkarsa yapacaklarını düşünüyordu uzun uzun,kah evlerine hırsız girerse yapacaklarını,yada olurda bir finansör çıkarsa kuracağı işleri.Ancak herşeyden çok ne hakkında plan yaptığını masasında duran kitaplar eleveriyordu.Annesinin girmesine izin vermediği odasındaki masa; günlerdir temizlenmemenin verdiği rahatlıkla herzaman açık olan pencereden giren tozun meskeni olmakla kalmamış aynı zamanda dünya seyehati ile ilgili kitapların,deniz haritalarının,daha önceden seyehat eden kişilerin seyir defterlerinin ve denizcilik kitaplarınında yerleşkesi haline gelmişti.Her anı nı bu düşüncelere ayırmış gibiydi çocuk, duvarında asılı duran dünya haritasının üstündeki notlar giderek haritayı kaplamıştı.

Başka yolu yok çıkıcam bu dünya turuna diye söylendi çocuk

Değişik birsürü rota içinden daha önceden denenmiş olanlara daha sıcak bakıyordu ancak rotaların,gidilecek yerlerin hatta kalınacak koyların bile listesi hazırken dünya turuna elverişli bir teknesi yoktu.

Bu böyle olmayacak, kesinlikle bu maceraya uygun bir tekne bulmalıyım ve onu bu seyehata hazırlamalayım diye düşündü çocuk.

Peki ama nasıl? işten aldığı üç kuruş maaş la bu tekneyi almaya kalksa 50 yaşına geldiğinde,direksiz bir hurda alabilirdi ancak.Sigarasını daha bir derin çekerken gerçekten işe yarayacak bir yol düşünmeye çalıştı ama bu öyle "hırsız gelirse naparım" sorusunun cevabı kadar kolay bir soru değildi.Aslında istediği öyle ahım şahım bir yelkenli yat değildi.Sadece içinde tek başına dünya turunu tamamlayacak ve erzak stoklayacak kadar büyük, deli dalgalara direnebilecdek kadar kuvvetli olsa yeterdi.

Allahım bu uykusuzluk bitiriyor beni.Sanki tamamlamam gereken bir görev varmış ve tamamlayıncaya kadar uyumam yasaklanmış gibi hissediyorum.Aslında aynı o ünlü romandaki Kaptan Ahad gibiyim; beyaz balinanın peşinde haftalarca,aylarca o okayanusdan,bu okyanusa dolaşan kaptan Ahad da, gecelerce uykusuz güvertede volta atmıştı.Fakat sonu balina için güzel,Ahad için kötü biten bir kitaptı diye düşündü.Acaba bende Ahad gibi deliriyormuyum,yoksa bende bu dünya seyehati olayını sırf kişisel bir hırs haline getirdim ve bu takıntım beni delirtiyormu?!

Fakat hayır bu kişisel bir hırs değil! benim yerimin denizler olduğu apaçık ortada.Üstelik bu kirli,nankör,ruhsuz,acımasız ve aç gözlü şehirde nekadar yaşayabilirim ki? diye düşündü ve bu düşüncelerini doğrulamak için o günkü gazetenin iç sayfalarından bir haberin başlığını yüksek sesli okudu "yardım etmeye çalıştığı yaşlı kadın,kendisine yardım eden kızı kaçırarak öldürdü" ve haberin içeriğini okumaya devam etti trafiklambalarının bozuk olduğu yolda karşıya geçmek isteyen yaşlı kadına yardım eden kız,kadın tarafından bayıltılıyor ve bir taksiyle şehrin ortalık bir semtine götürülüyor.Kadın taksiciden baygınlık geçiren kızını taşıması için yardım istiyor ve gerçek ertesi gün kızın cesedi bulununca ortaya çıkıyor.Kızın türlü organları vicudundan alınarak öldürülmüş ve cesedide bir çöp konteynırına atılmış!

Allahım artık yardım isteyen yaşlı teyzelerede güvenmeyeceksek kime güveneceğiz diye düşündü çocuk? ve devam etti yine Para! zaten bu dünyada herşey para için yapılır hale gelmiş.Gastedeki bütün haberlerin sebebi para; ünlü manken çıplak yakalandı,neden para! 8 çocuğu ve yatalak kocası olan kadın fahişelik yaptı, neden para! banka taksitlerini ödeyemeyen memur rüşvet aldı,neden yine para hatta kahrolası teknemle dünya seyehatine çıkamamamın nedeni yine lanet olası PARA!

Bir zaman makinesi icat edebilseydim tek yapmak istediğim şey heralde Lidyalıları yok etmek olurdu diye söylendi!Bide O kızla tanışmamak isterdim diye ekledi sessizce.
Evet kız.O en önemli zamanda onu terkeden,verdiği bütün sözleri bir lokmada yutan ve çocuğun bu çaresiz hallere düşmesine neden olan O kız! Artık izmaritine kadar yanmış sigarasını söndürüp yeni birtane yaktıktan sonra düşünmeye devam etti, geçen hafta şans eseri karşılaşmıştı kızla.Aslında çocuk sadece çok sevdiği deniz kenarında yürüş yapıyordu fakat deniz kenarındaki pahalı restoranların birinde kız ve bir adamı sarmaş dolaş görmüştü ve uzaktan seyretmişti.Kız çok mutlu gözüküyordu,adamda öyle tabii, aslında burda tek mutsuz olan çocuktu! kızla adam birbirlerini öpücüklere boğuyor kalan zamanda ise şişesinden çocuğun maaşı kadar olduğu anlaşılan içkilerini içiyorlardı.O dakika ne yapacağını,ne düşüneceğini şaşırmıştı çocuk.içinde çok derin bir öfke ve daha yoğun bir kaçma isteği vardı.Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen kızın başka biriyle bir ilişki yaşaması ve işin garibi onların mutluluğu adeta delirtmişti çocuğu.Hızlı adımlarla ordan uzaklaşırken titreyen ellerine hakim olamıyor,yutkunacak tükürük bulamıyor ve sanki bir demir yumruk kalbini sıkıştırıyor gibi hissediyordu.

O günü tekrar yaşayan çocuk sigarasından deribi nefes aldı ve yüksek sesle konuştu

-NEDEN?,TABİİ Kİ PARA!

Bu düşüncelerle pencereden görünen aya baktı ve sanki ayla konuşurmuşçasına

-Sende o koskoca karanlık içinde benim gibi yanlızsın, sende aynı benim gibi başkasının gönderdiği ışıkla etrafını aydınlatmaya çalışıyorsun. ve sende benim gibi yüzüne aldığın sayısız darbelerle yaşlanıyorsun! peki ama neden hala ordasın? NEDEN BEN DE HALA BURDAYIM!!!

Bu sözler ağzından döküldükten kısa bir müddet sonra Ay bir anda göz kamaştırırcasına parladı ve bu yüksek ışık hızla çocuğun odasına girdi.Çocuk ne olduğunu anlamaya çalışırken,

Merhaba çocuk diye bir ses duyuldu.Çocuk gelenin Diana olduğu sesinden anlamıştı.

-Hoş geldin Diana dedi çocuk.

-Hoşbulduk
dedi Diana ve devam etti

-Bukadar içten,bukadar hüzünlü ve bir o kadarda nefret dolu sözleri bana bakarak söylemen beni çok etkiledi dedi.

-Aslında bazen beni duyabildiğinizi unutuyorum.O yüzden seni kırdıysa kusura bakma dedi çocuk

Diana
-Hayır beni kırmadın,aslında sanki benim ağzımdan konuştun.Biliyorum seninle tanışmamız çok hoş olmadı ama senin bukadar duygulu olduğunu farketmek beni buraya getirdi.Ansızın geldiğim için özür dilerim dedi

Çocuk
-önemli değil zaten rüzgardan alışığım ben misafirlere.Gerçi sizlere bir şey ikram edemiyorum ama kusura bakma dedi alaycı bir dille

Diana
-Evet ikram dedi,güldü ve devam etti biliyormusun kimse bana bir şey ikram etmedi bugüne kadar.Tamam benim için adaklar adandı,kurbanlar verildi ama bu ikram farklı birşey.Karşılık beklemeden sadece misafir olduğun için sana sunulan ve içten gelen bir şey.

-Hiç böyle düşünmemiştim diye cevap verdi çocuk

Diana
-Ee anlat bakalım neden bukadar canın sıkkın,neden bu kadar dertlisin

Çocuk
-Aslında çok bir neden yok.Sadece bu lanet şehirden ve monotonlaşmış hayattan bıktım.

Diana
-Sen birde benim yerimde olsan neyapardın acaba? milyonlarca yıl yanlız kalmak,sana verilen sıfatların ve değerlerin elinden alınması ve dertlerini dinleyecek tek bir dostunun bile olmaması ne demek biliyormusun?

Çocuk
-Sen bu tanrıçalık işine biraz fazla kafayı takmışsın.Boşver kimse sana tanrıça demese ne olur yani? ayrıca dostum yok diyorsun ama bizlerin yarattığımızı söylediğiniz okadar tanrı senin arkadaşın dostun değilmi? mesela ben rüzgarla,pardon eolos la konuştuğumda kendimi çok iyi hissederim.Sen neden onunla konuşmuyor dertlerini anlatmıyorsun?

Diana
-Ne rüzgarla ben neden mi dertleşmiyoruz?! birde o huysuz ihtiyarla dost mu olucağım yani? saçma saçma konuşma çocuk.İki dünya bir araya gelse ben o zavallı tanrıcıkla bir araya gelmem.Ben koskoca Doğa,Bereket ve ay tanrıçasıyım o sümsük rüzgar efendisiyle ne işim olur?!

Çocuk
-İyide sen artık tanrıça değilsin.Ayrıca inan bana rüzgar çok iyi bir dost.Bence en azından onunla konuşmayı denemelisin.

Diana
-Neyse boşver şimdi rüzgarı diyerek geçiştirdi ve devam etti diğer tanrılarlada konuşmak o kadar kolay değil.Kimi senle konuşmayacak kadar burnu havada,kimide aynı rüzgar gibi konuşmaya değmeyecek kadar küçük tanrılar.

Çocuk
-Bu statü meselesinden nefret ederim.Düşünsene herkes birbirinden farklı olmak zorunda değilmi o zaman bu statü meselesini bukadar kafaya takan birinin yanlız kalması şart.Ayrıca bende statü olarak senden düşük değilmiyim sanki? nede olsa bir faniyim.

Bu konuşmalar olurken açık pencereden içeri hafif bir esinti oldu ve rüzgarın sesi duyuldu.

-Hayır küçük dostum.statü olarak bizden düşük değilsin!aslında sen hepimizden yücesin çünkü siz bize inanmadığınız müddetçe biz tanrı falan değiliz.

Çocuk sevinçle
-Hoş geldin yüce dostum dedi ve ekledi sen bu statü meselesine inanmıyorsun değilmi?

Diana lafa girerek,
-kahrolası ihtiyar, beş dakika olsa bir faniyle yanlız konuşmama dayanamadın değilmi? hem zavallısın hemde kıskançsın dedi

Rüzgar kızgın bir dille,
-Diana hatırlatırım ki küçük dostumuzla aramıza giren ilk sen oldun,hem ayrıca ben aranıza girmek değil hep beraber konuşmak istidiğim için geldim.dedi

Çocuk
-İşte benimde bahsettiğim buydu,neden sanki hep beraber sohbet edemiyoruz?

Diana
-Asla zaval bir tanrıcıkla sohbet falan edemem,herkesin yerini bilmesi lazım.

Rüzgar
-Uranos'un tohumu olduğun nekadar da belli Diana aynı onun gibi kibirlisin.Ama sırf bu kibirin yüzünden yanında kimse yok!

Çocuk
-Uranos'da kim dedi şaşkın bir dille

Diana
-Kendisi benim en sevdiğim atalarımdandır ayrıca Gök tanrısıdır.Yer tanrısı Ainos ile birlikte bütün tanrıların atalarındandır

Rüzgar
-Ayrıca son derece kibirli ve kendi çocuklarını yiyecek kadar gaddardır da. diye ekledi

Biraz kafası karışan ortada dönen atışmaya dikkat etmeye çalışsada bir an için problemlerini unuttuğunu haturladı ve hala tartışmaya devam eden Diana ve Eolos a dönüp.

-Biran olsun tartışmayı bırakıp benim problemime odaklanırmısınız lütfen diye yakındı

Sessizliği rüzgar bozdu ve

-Hayırdır küçük dostum,ne konuda yardım etmemizi istersin? diye sordu

Çocuk
-Biran önce dünya seyehatine çıkmalıyım ancak bunu gerçekleştirecek teknemde,paramda yok! ve ne yapacağımı bilemiyorum dedi.

Diana
-Boşver ne yapacaksın dünya seyehatini,sen en iyisi karada kalıp zengin olmaya bak.hem böylelikle sana hizmet edecek hizmetçilerin,bir dediğini ikiletmeyecek uşakların olur dedi

Rüzgar araya girerek
-Allah aşkına biran olsun şu kibirini köşeye koy Diana! küçük dostumuz bir denizci ve ancak denizde mutlu olabileceğini düşünüyor.

Çocuk
-Rüzgar doğru söylüyor Diana, hem ben öyle hizmet edilmekten hoşlanmam.Beni çok sıkar öyle işler.Tek istediğim bir tekneye sahip olup dünyayı dolaşmak ama teknem yok dedi.

Konuşmalar uzarken hava aydınlanmaya başlamıştı

Diana
-Kusura bakmayın ama benim gitmem gerek.Bu arada hiç fena bir akşam değildi her ikinizede çok teşekkür ederim.Ve eolos lütfen diğer tanrılara senle zaman geçirdiğimi anlatma dedi.

Çocuk teşekkür edip gülegüle dedikten sonra Diana,Eolosun konuşmasını beklemeden geldiği kadar parlak ışığıyla odayı terk etti.


Rüzgargar Diananın arkkasından kısa bir müddet söylendikten sonra,
-Sen ne zamandır uyumuyorsun? diye çocuğa sordu.

Çocuk
-Günlerdir doğru dürüst uyumadım. Sanırım uykusuzluğumun nedeni kafamdaki bu sorular dedi.

Rüzgar
-Uyumalısın ama!dedi ve ekledi hem üstelik şimdi kendini bukadar yorarsan bu dünya seyehatine nasıl hazırlanacaksın? diye sordu,

Çocuk
-Rüzgar zaten bu seyehate çıkmak için gerekli tekne olmaması,uyuyamamın en önemli sebeplerinden lütfen dalga geçme benimle dedi.

Rüzgar
-Sen merak etme, ben o problemi çözmeye çalışıcam.Fakat senden tek isteğim kendine iyi bakman.Şimdi lütfen gönlünü ferah tut ve birazcık uyu dedi.

Çocuk
-Gerçekten bir tekne almama yardım edebilirmisin? diye sordu

Rüzgar
-Dostum ben rüzgarım.Bir denizci olarak bana inancı yokmu? diye sordu

Çocuk
-Tabiki var ama. demeye kalmadan

Rüzgar
-Tamam öyleyse hadi şimdi sen yat.Bende gidip neler yapabileceğimi düşüneyim dedi.

Çocuk
-Sen gerçekten benim için çok önemli bir dostsun rüzgar.Kendine iyi bak hoşçakal dedi

Rüzgar odadan hafif bir meltem eşliğinde çıktı ve çocuk günlerdir süren uykusuzluğuna inat yatağa başını koyup, gözlerini yavaşça kapayıp,yapacağı dünya seyehatini rüyasında da görmeyi umud etti.

Thursday 28 August 2008

Ertesi sabah

Eski dostu çalar saat bangır bangır öterken ve annesi kapasını çalıp işe geç kalacağını söylerken ne ara eve gelipde uyuduğunu anlamaya çalışıyordu çocuk.Alla allah diye mırıldandı.Sanki 5 dakika önce, Su yanından ağlayarak uzaklaşmıştı.

Kalkıp duşa girdi,traş oldu,annesinin hazırladığı kahvaltıyı alel acele yedikten sonra kocaman bir öpücükle veda edip kendini dışarı,azgın şehirin acımasız kollarına attı.Annesi onu yolcu ederken ne kadar da saf bir sevgiyle 'seni seviyorum' demişti.Oda annesini çok seviyordu şüphesis ancak bu dünyada tek sevdiği kadının annesi olmasıda bir yandan korkutuyordu onu.

Alel acele otobüs durağına giderken otobüsünün kalkmak üzere olduğunu farketti.Otobüsün peşinden bağırarak koşması işe yaramış olucakki otobüs biraz ilerde durdu ve şöför söylenerek çocuğu içeri aldı.Nefes nefese kalmıştı çocuk. İçerdeki kalabalığın bakışlarından birazcık rahatsız olduysada ayakta paslı demire tutunarak yolculuğuna başladı.

Bir zaman sonra göğsüne bir ağrı saplandı,nefes alması zorlaştı ve kalbi sanki hiç yavaşlamayacakmış gibi hızlı atmaya başladı.Sırtından soğuk terler boşlarıken önce dizlerinin üstüne sonrada yüz üstü yere düştü.Bütün vücudu titriyordu ve etrafdakilerin sesi sadece boğuk gel gitler halinde duyuluyordu.Bir şekilde sırt üstü döndüğünü ise titreyen topuklarının yere vurmasından farketti.Bütün puslu durumun arkasında büyük bir koşturmaca olduğunu ise gayet net anlıyordu ancak beyni karıncalanmaya başlamıştı,hiç bir yerini isteyerek kıpırdatamıyor aksine istemdışı olarak devamlı titriyordu.Etraftan garip düdük sesleri duyulurken, hiç tanımadığı adamların ona telkin etme çabaları olarak algıladığı konuşmalara cevap vermek istiyor ancak konuşamıyordu.Sonra gözleri önce hayatında gördüğü en parlak flaş patlamasına şahit oldu ardından ise karardı.

-Ne o akşam,feneri nerde söndürdün bakalım? hey sana diyorum,bak patron gelirse yine avaz avaz bağırıp durur.Alooo beyim?

kafasını masasından yavaşça kaldıran çocuk,yanı başında onu kaldırmaya çalışan serpile bakıp içinde olduğu durumu anlamaya çalışıyordu ki

serap

-Günaydın beyefendi,gece kimbilir nerelerde sürttünde burada bayıldın? diye sordu.

çocuk,hala neler olduğunu sorgularken,seraba dönüp

-Tamam serap kalktım,insan böyle mi kaldırılır allah aşkına diye serzenişte bulundu.

serap

-Afedersiniz küçük bey,aslında kahvaltı tepsinizi yatağınıza getirip yanağınıza ufak bir öpücük konduracaktım fakat,OFİS DE OLDUĞUMUZU HATIRLADIM!! ohh ne ala biz işinizi kurtaralım siz birde azar çekin bize,neyse al şu çayıda ayıl! diyerek çocuğa ziftten biraz daha açık olan çayı uzattı.

Çocuk

-Kusura bakma serap sanırım kötü bir rüyadan kalktım,ama çok gerçekçiydi.neyse saat kaç? yapılacak bir sürü iş vardı diye sordu.

Serap

-Neyse önemli değil.Saat 10 oldu sabah teslim etmen gereken evrakları cem götürdü,artık gelince kendisine teşekkür edersin.Ben işime dönüyorum diyerek, masasına döndü

Masa da duran bilgisayarına anlamsızca bakarken hala gördüğü rüyanın şokundaydı.Nasıl olurda bir rüya bu kadar derinden etkilerdi onu.Üstelik ölüm korkusu onun için nerdeyse korkuların en zayıfıydı.

Bütün gün ordan oraya işleri yapmak için koşturmacayla geçti.Artık çok sıradan bir hale gelmiş bu işleri bitirince eve gitmeden önce deniz kenarında bir çay içmek için herzaman ki çay bahçesine gitti.Artık garsonlar onu tanıyorlardı taburesine oturduğunda elinde askı yla garson geldi ve

-buyur abi, az demli çayın dedi.

Çocuk teşekkür ettikten sonra çaya şekerleri attı ve erimesini beklmeden karıştırmaya başladı.Bayılıyordu denize karşı karıştırdığı çay bardağından çıkan sese.Aslında birçok kişiye komik gelebilirdi ama bazen sırf bu sesi duymak için bir iki çay fazladan içiyordu.Bir süre denizi seyrettikten sonra gözü arkasındaki caddenin karşı kaldırımında, yerde bir kartonun üstüne uzanmış adama takıldı.Aslında bu berbat şehirde herzaman gördüğü bir manzaraydı böyle evsizlerin yerde yatması.Ama çocuğa değişik gelen adamın elindeki kalın kitabı dikkatle okumasıydı.Çayının son yudumunu hızla içti ve garsonu çağırdı çocuk.

Çocuk garsona dönerek,

-Bana az demli bir çay lütfen,birde şu karşıda yatan adam kim allah aşkına?

Garson

-Aslında biz de tam tanımıyoruz ancak aylardır buralarda kalıyor,evsizmiş,gündüzleri sağda solda çöp topluyor,akşamları ise rüzgardan korunan bir yere karton serip kitabını okuyor.Biraz acayip bir adam.Diyip çayı getirmeye gitti

Çocuk merakına yenilip adamın yanına gitmeyi ve ona bir çay ısmarlamaya karar verdi.Karşı kaldırıma geçerek yerde oturan adamın yanına yaklaştı ve

-Merhabalar,çay bahçesinde çay içiyordum ve sizi görüp tanışmak istedim acaba size bir çay ısmarlayabilirmiyim? diye sordu.

Adam çocuğu aşağıdan yukarı süzdü ve eski gözlüklerinin üstünden bakarak

-Ne istiyosun? diye sordu.sesinde yılların yorgunluğu ve yılgınlığı vardı.

Çocuk

-Aslında hiçbirşey istemiyorum sadece sizinle tanışmak,beraber sıcak bir çay içmek ve konuşmak istiyorum dedi.

Adam

-Ne yani bugün kimsesizleri sevindirme günümü? bırak allah aşkın çocuk.kişisel tatmin elde etmek için git başka bir evsiz bul! benim yapacak daha önemli işlerim var!

Çocuk

Lütfen rica ederim.sadece bir bardak çay içicez.hem gelmezseniz sabaha kadar başınızda gelmenizi beklerim dedi.

Aslında normalde bukadar ısrarcı olmayan çocuk,üstelik ipsiz sapsız bir adama nasıl olupda bukadar ısrar ettiğine anlam verememişti fakat adam ayağa kalktı ve beraber çay bahçesine yürümeye başladılar.

Adam

-gece gece başıma bela oldun çocuk! sen gelmeseydin ne güzel kitabımı okuyacaktım. dedi

Hafifçe tebessüm eden çocuk adama dönerek

-buyrun buraya oturun.diyerek yer gösterdi ve garsona da çay söyledi.

İlk yarım saat birbirlerini tanıtmakla geçti,adam gerçekten çok kültürlü biri gibi gelmişti çocuğa.Tam konuşmanın ortasında bir an çocuk denize daldı.

Adam

-Hayırdır çocuk? daldın gittin? diye sordu

Çocuk

-Hiiç sadece öylesine diye cevap verdi.

Adam

-Hayır çocuk bu öylesine bir dalış değildi.Ben bu bakışı biliyorum.denize öyle bakan sadece bir deniz aşığı olabilir.Sen bence sadece sabah işe gidip akşam işten eve dönen bazende deniz kenarında çay içen biri değilsin.Farkında olmayabilirsin ama bence senin kanında deniz suyu var.

Çocuk hafif gülerek birazda etkilenerek

-Aslında ben bir yelkenciyim,ve dediğiniz gibi bir deniz aşığıyım birgün tekneme atlayıp tekbaşıma dünyayı dolaşacam.dedi

Adam,

-Ben anlamıştım senin denizci olduğunu. hatta şimdi daha iyi anlıyorum neden burda çay içme teklifini kabul ettiğimi.Biliyormusun ben normalde çok az kişiyle çok az konu konuşurum, fakat senle nerdeyse son 2 aylık konuşmam kadar konuştum.Demek sende denizcisin heee VAY VAY VAYYYYYY.dedi

ve arkasındaki garsona biten bardakları gösterip.Bize 2 çay daha getir muhabbet koyulaştı dedi.

Çocuk kendisine şüpheyle bakan garsona kafasıyla herşey yolunda diye işaret ettikten sonra adamın ilk defa capcanlı bakan gözlerinin içine bakıp.

-Nedemek sende mi denizcisin? asıl sizde mi denizcisiniz?

Adam neşeli ve heyecanlı bir şekilde,

-Evet! tabiki bende denizciyim,üstelik senin isteğini nerdeyse tamamlamış dünyayının nerdeyse bütün denizlerini görmüş bir denizciyim.Yıllarca ticaret gemilerinde gemicilik yaptım birçok deniz birçok ülke gördüm.Fakat tabiki senin istediğin gibi istediğim yere gidemedim, tek başıma değildim ve yelkende kullanmadım.Fakat inan bana, o bile harikaydı.hayatımın en güzel günleriydi!

bu arada çaylar gelmişti.Adamda çocukda şekerlerini atıp karıştırmaya başladılar.sonra ikisi birden bir an durup,birbirlerine bakarak güldüler ve devam ettiler

Çocuk heyecanla

-bana gördüğün yerleri anlatırmısın.bende orda olmayı hissetmek istiyorum dedi.

Adam uzun uzun anlatmaya başladı.Avrupa şehirleri,amerika,galapagos adaları ve fiji adaları.Ama çocuk en çok okyanusu öğrenmek istiyordu.Adam bir saatten fazla anlatmıştı nerdeyse.Çocuk birden adama

-Peki ama okyanuslar nasıl dedi? okyanusları anlat bana,o yüce vahşi sonsuz denizleri anlat lütfen dedi!

Adam biraz şaşırmış bir şekilde

-Ne yani sen dünyayı gezmek istiyorsun ve okyanusu mu merak ediyorsun? diye sordu ve devam etti sen gerçekten tam bir deniz aşığısın çocuk!

Çocuk

-Sanırım öyleyim dedi hafif mahçup bir şekilde ve devam etti ama gerçekten en çok okyanusu merak ediyorum.

Adam önce çayından bir yudum aldı ve çocuktan bir sigara daha isteyip yaktı.

-Okyanus hem korkutucu,hemde güven verici bir yer çocuk.Çokta enteresan biryer düşüne biliyormusun uçan balıklar var,dalgalar çok büyük ama okadar büyük ki sen dalga olarak bile hissetmiyorsun.Genelde durağan ama bazen öyle bir patlıyor ki şerrinden kurtulmak çok güç.Ama en güzel yanı geceleyin karanlıkda güverteye sırtüstü uzanıp yıldızlarla dolu gökyüzünü izlerken rüzgarı dinlemek şüphesiz.

muhabbet böyle uzayıp gitmişti ve gelen garson artık kapattıklarını söylemişti.
Adamla beraber çaybahçesinden ayrılan çocuk yolun karşısına geçti ve adamın o gecelik evine geldi.

Çocuk adama dönüp

-Benimle kal demek isterdim ama malum annemle kalıyorum dedi.

Adamsa,

-önemli değil çocuk ben zaten alışığım buralarda kalmaya üstelik denize de yakın oluyorum bu sayede dedi.

Çocuk adama veda etti,arkasını dönüp yürürken adam

-Çocuk(!) diye bağırdı ve devam etti.Bu şehir senin, benim gibileri yutar bizim yerimiz deniz! benden geçti artık, fakat sen bunu yapabilirsin! ne olursa olsun vazgeçme! o çok istediğin dünya seyehatine çık!

Çocuk adamın dediklerini dinledikten sonra arkasına döndü yürümeye başladı ve bir sigara yakıp derin derin içine çekti.Evine geldiğinde saat çoktan çalar saatin yıllardır çaldığı saate geliyordu.Yatağına yatıp başını kaldırıp pencereden görebildiğince yıldızlara bakarken adamın sözleri kulaklarındaydı "Okyanusun en güzel yanı geceleyin karanlıkda güverteye sırtüstü uzanıp yıldızlarla dolu gökyüzünü izlerken rüzgarı dinlemekdir şüphesiz"

Rüzgar! sen hep yanımda kalıcaksın sözleri dudaklarından dökülürken uykuya dalmak üzere gözlerini kapadı...

Friday 9 May 2008

Afromaid ve Su arasında

Sabahın erken saatlerinde yataktan kalkmıştı çocuk.Artık yaşadığı hiç bir şeyden şüphe duymuyordu ve rüzgarın,diana'nın,afromaid in gerçek olduğuna adı gibi emin di.Afromaid! ne kadar da güzel bir kızdı,nekadar candan,nekadar içten ve o kadar sevecen bir kızdı ki sanki en kötü olayları bile gözlerindeki ışıltıyla yok edebilirdi.O kızıl saçları sanki alev alev yanan bir meşale yeşil gözleri ise toprak ananın derinliğinde çıkarılmayı ve parlamayı bekleyen zümrütler gibiydi.Demek yıllarca beni bekleyen ve sadece benim için atan bir kalp varmış diye düşündü çocuk.Sonra akşamdan kalma baş ağrısına nisbet yaparcasına yine sigarasına sarıldı.Odasından sigarası elinde çıkıp mutfakta çay demlerken hala dün geceyi düşünüyordu,O sırada annesinin günaydın yavrum sesiyle irkildi.

-Günaydın anne

annesi

-Pardon ne dedin anlamadım

-Günaydın dedim anne.Nasıl gece iyi uyudunmu?

annesi dehşetle

-Aman tanrım sen nasıl böyle sesler çıkarabiliyorsun,neler diyorsun diye sordu.

Çocuk dikkat ettiğinde hala afromaidin ona hatırlattığı lisanla konuştuğunu fark etti ve genzini temizleyerek.

-Kusura bakma düngece biraz içmişim ondan sesim böyle çıkmıştır diye toplamaya çalıştı

fakat
-Hayır ben bu lisanı biliyorum,bu o balıkların çıkardıkları sesler.Rahmetli babanla deniz kazasında bizim etrafımızda dolaşan balıklarda bu sesleri çıkarıyordu dedi dehşetle.

demek doğruymuş dedi çocuk kısık bir sesle

Annesi ne dedin diye sordu

-Yok bişey anne,saçmalama ne balık sesi.Bunca yıldır denizdeyim hiç balıkların konuştuklarını duymadım.Bence sen daha uyanamadın.Hadi kendine bir kahve yap

dedi ve annesinin daha fazla konuşmasına müsade etmeyerek banyo ya yıkanmaya gitti.

aslında genelde duş yapar ve çıkardı ama bu sabah küveti doldurmak ve içinde yıkanmak geçmişti içinden.Buz gibi su dolu küvetin içinde suyun soğukluğundan dolayı fazla köpürmeyen şampuan eşliğinde uzanmış ve düşünmeye devam etmişti yaşadıklarını.Tabiki annesinin sabahki dehşet dolu gözleride etkilemişti çocuğu.Afromaid haklıymış ben daha doğmadan bu lisanı öğrenmişim meğer dedi tıslayarak.Bir müddet geçmişti ki kapının hızlı hızlı çalınmasıyla kendine geldi.Bir anda başını nekadardır gömüldüğünü bilmediği sudan çıkardı ve önce derin bir nefes aldı daha sonrada genzine kaçan yakıcı şampuandan dolayı 1-2 kez öksürdü.Annesi oğlum ikibuçuk saattir ne yıkanmasıymış bu banyodan çık artık diye bağırıyordu.Aman tanrım nerdiyse ölücekmişim! nasıl olduda farketmedim uyuyup suya girdiğimi.Fakat nasıl? diye düşünürken annesi hala bağırıyordu dışardan.

Tamam anne çıkıyorum diye seslendi ve küvetin tapasını çekip duşu açtı.Üzerindeki sabunlu suyu atıp başını yıkadıktan sonra banyodan çıktı ve bornozuyla mutfağa çayını almaya gitti fakat imkansız çayı soğukdu ve saat gerçektende nerdeyse öğlen olmuştu.Ben gerçekten 2 saatten fazladır banyodamıydım diye hayretle düşünürken yeni çay yaptı kendine.Annesi benim çok işim var tatlım hadi sana kolay gelsin diyip evden çıktı ve çocuk evin soğuk salonunda elinde çay kupası son bir kaç gündür olağanlaşmış olağanüstü olayları sorgulamaya başladı.Aslında diğer insanların yaşayamadığı bu ayrıcalık onu mutlu ediyordu,bunu başkasına anlatsa büyük bir ihtimalle akıl hastahanesine yada en azında bir psikoloğa gitmesi için ısrar ederdi insanlar.İNSANLAR! bizler aslında ne kadar kötü yaratıklarız diye düşündü.Beni nerdeyse hiç tanımayan afromaid sırf senin için bu lanet deinize yıllarca dayandım ve okyanusa gitmedim nolur beni red etme derken nekadarda içten söylüyordu.Oysaki benim sevdiğim kız bırak benim için lanet bir yere dayanmayı,ufacık bir fedakarlık bile yapmaktan kaçındı.Yada Su'nun erkek arkadaşı, kızcağız onu deli gibi sevmişken neler yaşatmış! neden bukadar kötü ve bencil yaratıklarız acaba? neden hayatta sadece kendi yarattığımız ve adına 'para' dediğimiz kağıt parçası için çırpınıyoruz acaba? yaptığımız,uğruna öldüğümüz,sevdiklerimizi kaybettiğimiz ırkdaşlarımıza türlü acılar yaşattığımız savaşları bile sadece para için çıkarıyoruz.Yada daha çok para kazanma açgözlülüğü ile bizi yaratan doğayı biz öldürüyoruz.Hayatta türlü paradokslar var aslında.Mesela serinlemek için kullandığımız ve günümüzde nerdeyse her evde her işyerinde olan klimalar,küresel ısınmaya sebep oluyor ve biz daha çok kavruluyoruz!Yada 19yy yılın başlarında aspirin'i icat edip dünyanın en büyük ilacını insanlığa armağan eden Felix Hoffman daha sonra yaptığı icad ettiği heroin adlı madde yüzünden milyonlarca insanın ölmesine sebep oluyor.Acaba bu dünya nereye gidiyor dahası sanki bu dünyanın şöförü değişti ve daha hızlı gidiyor! Tam bu düşüncelerle boğuşurken telefon çaldı.

-Efendim?

-merhaba nasılsın?

-İyiyim su sen nasılsın?

-Bende iyiyim,Şey çok canım sıkıldı biryerlere gidip oturalım mı?

-Tabiki,memnun olurum nereye gitmek istersin?

-Şöyle boğaz kenarında hem çay içeceğimiz hemde bir tost yiyebileceğimiz bir yer düşünmüştüm ben,malum seni denizden ayırmak olmaz!

-Ozaman şu hep gittiğim çay bahçesine gidelim hem uzun uzun dertleşirizde.

-Tamam ozaman anlaştık ben yarım saat sonra ordayım

-Tamam güzel kız bende yarım saate kadar gelirim yanına.

telefonu kapattıktan sonra çayının kalan son yudumunu içti ve giyinmek için odasına gitti çocuk.

Otobüstek indikten sonra kısa bir yürüyüşle sözleştikleri çay bahçesine gelmişti.Daha Su nun gelmediğini anlayınca deniz kenarında tahta bir masaya oturrup garsonun alel acele eline tutuşturduğu caya şeker atıp karıştırırırken bir yandanda sigarasını yaktı.Denize dalıp gitmişken Sunun sesiyle kendine geldi.

-Erken gelmişsin inşallah çok bekletmemişimdir.

-Yok güzelim aslında bende yeni gelmiştim dedi çocuk.

-Eee bensiz başlamışsın dedi Su, çayı göstererek.

-Aman işte garsonun zevzekliği sanki sadece oturup birşey içmeyecekmişiz gibi elime çayı tutuşturu verdi.

-Olsun hayatım,sen zaten çayını bitirmişsin yenilerini söyleyelim derken

Garson 2 bardak çayı önlerine koyup gitti.
İkiside birbirine bakıp gülerek keşke başka birşey isteseydik dediler.

Konuşma uzayıp giderken ve çaybahçesinin garsonları sayesinde adisyona çarpı üstüne çarpı eklenirken çocuk Su'nun devamlı kendisine hayatım canım bitanem gibi sözler söylediğine dikkat etti ve bir an Su nun gözlerine bakarak

-Su sana birşey sorucam neden bana devamlı Hayatım,Canım,Bitanem gibi kelimeler söylüyosun?

Su cevap vermeden derin derin çocuğun gözlerine baktı
Çocuk tekrarladı,

-sana sordum Su neden böyle kelimeler kullanıyorsun bana karşı?

Su biraz çekingen,ürkek ve kısık bir sesle

-Seni seviyorum çünkü diyerek çocuğa sarıldı.

O sırada denizde bir dalgalanma oldu ve çaybahçesinin önüdeki sandal içinde balık tutanlarla beraber devrildi.Çocuk afromaid diye denize bakarken,büyük bir kütlenin denizi çok hızlı bir şekilde yarmasıyla oluşan dalgayı fark etti.

Etrafdaki insanlar köpek balığı çıkın sudan diye bağırırken O bunun köpekbalığı değil Suyla çocuğu gizlice seyreden afromaidin kıskançlık öfkesi olduğunu biliyordu.

Sunun nooldu diye sarmasıyla kendine gelen çocuk,
-Birşey olmadı Su,ancak sana söylemem gereken önemli birşey var ve lütfen beni iyice dinle dedi

su başını tamam der gibi sallarken çocuk devam etti.

-Bak Su,sen benim için çok önemlisin,dahası çok değerli bir arkadaşsın ancak ben şuanda hayatımda bir aşk istemiyorum.Bu senle alakalı birşey değil,ben hiçbir kızla ilişki yaşamak istemiyorum.O yüzden lütfen beni bir çok iyi bir arkadaşın hatta dostun olarak kabul et ve başka bir ilişki düşünme lütfen.

Su'nun gözlerinden 1-2 damla yaş düşerken ağzından

-Neden istediğim hiçbirşey olmuyor bu hayatta
sözleri döküldü.

Çocuk

-Bak Su,inan bana benimde istediğim birçok şey olmuyor.Fakat bu doğru şeyleri istediğimiz anlamına gelmiyor.emin ol sen benden bambaşka bir erkeği beni sevdiğinden çok fazla seveceksin.şu an da belkide bu sana saçmalık gibi geliyor ancak ben buna eminim.

Su ayağa kalktı ve hıçkırarak

-lütfen sus artık,ben sana hayatımı vermeyi teklif ediyorum ama sen,sen; sen beni hiçe sayıyorsun.Lütfen görüşmeyelim bundan sonra LÜTFEN!

dedi

Arkasına bile bakmadan,koşar adımlarla masadan uzaklaşan Su'nun arkasından bakan çocuk umarım birgün anlarsın ve beni affedersin diye mırıldandı.

Su gittikten sonra yanlız kalan çocuk gecenin geç saatlerine kadar deniz kenarında afromaid'i aradı.O sahil senin bu sahil benim gezip durdu hatta bazen afromaid diye bağırarak sesini duyuamaya çalıştı ancak afromaid gelmedi.Saat hareketli metropol için bile yeterince geç olmuşken ve sokaklar iyice tenhalaşmışken dallar kıpırdanmaya başladı.

Çocuk arkasına dönüp
-Hoşgeldin rüzgar dedi.

Rüzgar şaşkın bir sestonuyla

-Hoş bulduk ancak sen benim geldiğimi nasıl anladın diye sordu.

-Sabahtan beri benleydin zaten fakat ancak şimdi benle konuşmaya karar verdin.İnanmıycaksın ama artık seni görebiliyorum.Eskiden seni sadece duyabiliyordum ama şu an senin heybetli gövdeni bilge bakışlarını hatta yüzündeki kırışıklıkları bile görebiliyorum dedi.

Rüzgar heyecanlı bir tonla,

-Evet artık bana inanıyorsun,benim gerçek olduğumu biliyorsun o yüzden beni görebiliyorsun.binlerce yıldır ilk kez bir ademoğlu bir tanrıyı görebiliyor.Bak çocuk bu beni okadar çok mutlu ettiki sana anlatamam.Peki madem beni görüyordun saatlerdir neden bana seslenmedin?

-Zaten burdasın ve konuşmak istesen benimle konuşursun diye düşündüm.Hem gözümü denizden ayıramam afromaid bugün bana çok kızdı onu görüp konuşmam lazım.

-Sen ne diyorsun küçük dostum.Afromaid için gözünü denizden ayıramaz mı sın?
Sana söylemiştim birçok deniz kızını bekleyen insan onları görmek için öldü.Lütfen bunu yapma,

-Saçmalama rüzgar kimse deniz kızı görücem diye denize bakarak ölmez

Rüzgar sert bir tonla

-sen nasıl bana saçmalama dersin? ben senin bugünü kadar aldığın nefes sayısı kadar yıldır dünya üzerindeyim ve neler gördüm buna hiç mi saygı duymuyosun?

Çocuk çekingen bir dille,

-iyi de kim bir deniz kızının peşinden hayatını kaybeder ki diye sordu?

-Baban! dedi rüzgar...

-Nasıl yani? şimdi iyice çizmeyi aştın rüzgar benim babam ben küçükken gittiği ülkedeki iç savaşda esir alınıp şehit olmuştur.Bana dahası babama saygısızlık ediyorsun dikkatli konuş diye çıkıştı.

Rüzgar

-Kusura bakma küçük dostum ama sana önceki konuşmamızda bilmediğin çok şey var derken bunu kast etmiştim.Senin baban annenle yaşadığı deniz kazasında sizi kurtaran deniz kızlarının birine aşık oldu.İlk başlarda sadece onu görmek istiyordu fakat daha sonra onun bu arzusu tutkuya hatta saplantıya dönüştü.Dünyanın bütün denizlerinde o deniz kızını aradı oysaki deniz kızları çağırıldıklarında gelmezler sadece gerçekten yardıma ihtiyacın varsa yada onların sana ihtiyacı varsa gelirler.Ve baban bunu bilemedi.

Çocuk yıllardır biriktirdiği göz yaşlarını akıtırken.

-Neden diye sordu
-Neden yardım etmedin öyleyse,neden benden bunu sakladınız ve nedenşimdi karşıma çıktın ve bunları bana anlatıyorsun?

Rüzgar konuşmak istedi ama çocuk devam etti

-Lütfen,lütfen beni yanlız bırak,bunca yıldır bildiğim bütün doğruları birer birer yıkıyorsun ama bu bana çok fazla geliyor.Beni birazcık olsun düşünüyorsan biraz yanlız bırak beni...

Rüzgar hüzünlü bir meltem eşliğinde çocuğun yanından ayrılırken çocuk evinin yolunu çoktan tutmuş gerçeği öğrenmenin çaresiz hüznünü yaşıyordu.